Post-modern Muhafazakar Kırılma ve Gezi Parkı Notları:I
Gezi Parkı olayında kimin nerede ne sebeple durduğu ilk günlere nazaran çok daha belirgin… Gezi Parkı bir “devrim” değil başlangıcı itibari ile demokratik bir hak arayışıydı. Gezi Parkı baştan sona tüm ülkeyi ilgilendiren sorunların çözüm merkezi değil,
Bütün renkler netleşti…
Gezi Parkı olayında
kimin nerede ne sebeple durduğu ilk günlere nazaran çok daha belirgin…
Gezi Parkı bir “devrim”
değil başlangıcı itibari ile demokratik bir hak arayışıydı.
Gezi Parkı baştan sona
tüm ülkeyi ilgilendiren sorunların çözüm merkezi değil, yeşilin korunması için
uyarı merkeziydi.
Ancak…
Bir haftadır devam eden
bu olaylar bize bazı tecrübeler kazandırdı:
Halkın gayet masum,
demokratik hak arama mücadelesi, doğru yönetilmediğinde çok büyük toplumsal
krize, kaosa, provokasyona alet edilebildiğini görerek, yaşayarak öğrendik.
Zira eskiye nazaran bir
hareketin kitleselleşme eğilimi, bir gücün merkezden yayılma potansiyeli
internet aracılığıyla akıl almaz boyutlara ulaştı.
Zararsız kendi halinde
bir cümle, yüzbinlerin gözünün önünde, okudukları ve o cümle ile harekete
geçtikleri manifestoya dönüşebiliyor.
Bir twit, binlerce
tonluk benzin deposunu havaya uçuracak kıvılcımı yaratmaya yetiyor da artıyor
bile…
Durup düşünmenin
ortadan kalktığı, aksine hız ve hareketin, “gaz” ve “meydan okuma” ile
birleştiği yerde, şiddet dediğimiz canavar peydah oluyor, toplumsal huzuru
paramparça ediyor, hayal kırıklığı yaşıyoruz.
Gezi Parkı durup
düşünmeyi, oturup konuşmayı, el ele verip uzlaşmayı yitiren bir toplumun ortak
ürünü haline geliveriyor.
Olayın sözde sanat ve
basın tarafında not edilmesi gereken önemli hadiseler de yaşandı.
İsimleri ifşa edilmiş
bazı sanatçılar “direnmeye, ayaklanmaya, devrime” kendi hayranlarını çağırarak
durup düşünme yerine şiddetvari olayların yaşanmasına bir nevi zemin
hazırladılar.
Bazı basın organları
meseleyi tek kanatlı vererek halkın öfkesine mazhar oldular, sonra bu öfkeyi
yönetip iktidarı vurma girişiminde(sansür) bulundular. Kimileri kendi tirajlarını insanların
ölmesinden, yaralanmasından daha değerli görüp kaosu pompaladı. İktidara olan
kinlerini yeşili korumak için birleşen, polis şiddeti nedeniyle öfkesini
belirten halk üzerinden ortaya serdiler.
Halkı kendilerine
perde, kendi kinlerine meze ettiler.
Bundan sonra her olayda
Gezi Parkı’na atıf yapılacak, her olay Gezi Parkı gibi suiistimal edilmeye
çalışılacaktır.
Olayın küresel
aktörlerinin her ne kadar gizlenmeye çalışsalar da deşifre edilmeleri, ilk gün
Gezi Parkı’na yeşili korumak üzere giden bazı kesimi kaygılandırdığı için eve
dönmelerini de sağladı.
Şimdi sokaklarda
olanlar Hak aramaktan çok Hak gaspçıları olarak anılıyorlar. Zira her gece
düzenli olarak Tarbaşı’nın, Taksim’in, Beşiktaş’ın arka sokaklarında barikat
kuruyor, polisle çatışıyorlar.
Ancak yazıda belirtmek
istediğim, tarihin tekrar etmeyen kesitleri ile alakalıdır.
Kimi tarihsel olaylar,
nedeni, sonucu itibari ile benzerlik gösterse de tekrar etmez.
Açıklayacağız.
Postmodern
Muhafazakâr Kırılma: 28 Şubat
28 Şubat sürecinin
muhafazakar camia için kullanılması gereken en güzel tabiri bence “postmodern
muhafazakar kırılma”dır. Siyaset, ekonomi, sanat kısaca her dünyadan büyük bir
organizasyonla 28 Şubat sürecinde muhafazakar camia üzerinde siyasi oyunlardan
çok psikolojik oyunlar oynanmıştı.
Atsan atılmaz, satsan
satılmaz bir sürü insan.
Bunlar bir gecede, bir
ayda, bir yılda… Yok edilecek, hepsi tümden hapislere tıkılacak değildi ya.
Çözümü basitti.
Erbakan ve çevresi
yoluyla umutlanan, palazlanan, büyüyen bir muhafazakâr algıya, büyük bir darbe
indirmek…
Bu darbe, sindirmekten
öte yön vermeyi amaçlayan, sadece korkutmaktan öte başkalaşmayı hedef gösteren
bir darbe olmalıydı. Postmodern muhafazakâr kırılma…
Fadime Şahin, Müslüm Gündüz,
Ali Kalkancı, Aczimendiler, bazı tarikatlar vs. bu algıyı yaratmak için
kullanılan isimlerdi.
Medya o gün fil
terbiyecisi gibi maske değiştirip bu insanları dövdü. Maskeyi
değiştirdiklerinde muhafazakar camiayı istedikleri gibi yönlendirebileceklerdi.
Ki başarılı da oldular.
28 Şubat ile ilgili
tonlarca makale, yazı, belge ve bilgi ortaya atıldı. Sürecin nasıl ve ne
şekilde devam ettiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Ancak sonuçlara siyasi değil sosyolojik
açıdan bakacak daha ciddi yazılara ihtiyacımız var.
Kadınların iş hayatında
aktif rol almaya başlaması… Kızların üniversitelere daha fazla girişinin
desteklenmesi… Kimi ritüellerin terk edilmesi… Bankalarla ilişki kurmaya
başlanması… Müslüman camianın artık güçlenmesi gerektiğinin içerden ve dışardan
seslendirilmesi…
Küçük
ama önemli gördüğüm bir örnek:
28 Şubat sürecinden
sonra bir tarikat toplantı yapıyor.(İsim vermeyi uygun görmüyorum) Mensuplar
600 yıldır devam ettirdikleri bir geleneğin artık uygulanmamasını, çarşıda
pazarda şalvar, sarık, cüppe gezmemeleri gerektiklerini(ve daha başka bir çok
sembolik değeri olan işler) yoksa tipik terörist muamelesi gördüklerini dönemin
başı ile istişare ediyor.
Sonuç: İstişare
sonucunda artık sadece zikirde bu libasları giyinmenin daha doğru olacağını,
giyim kuşamından, sakalına kadar bir çok değişimin uygun olduğu kararına
varılıyor.
28 Şubat yüzyıllardır
devam eden bir algıyı, yönlendirip değiştirebilmiş postmodern muhafazakâr
kırılmaya sebep olmuş bir süreçtir. Zaten bence esas amacı da bu olmalıydı.
O günden sonra hiçbir
şey eskisi gibi olmadı.
Tıpkı 3 Haziran
Pazartesi günü gibi.
Tıpkı 28 Şubat’ta
olduğu gibi hem küresel güçler, hem 28 Şubat artığı iş adamları ve basın
muhafazakâr camiayı yeniden şekillendirme kararı aldı. Ancak bu defa alınan
karar da sadece muhafazakârlar yoktu. Sol ve bir takım marjinal örgütler de
hedefteydi. Amaçlanan marjinal grupların iktidara karşı birleştirilmesi,
iktidarın dünya kamuoyunda imajının zedelenmesi, yerel seçimlerin yaklaştığı şu
süreçte Ak Parti’nin yıpratılması ve hataya zorlanmasıydı.
28 Şubat atığı medya ve
iş adamları görevini harfiyen yerine getirdiler. Ancak unuttukları bir şey
vardı.
Asker ve yargı o günkü
kadar yönetilmeye müsait değildi.
Askerden tek ses
çıkmadı.
Yüksek yargı mensupları
da hükümeti dişe dokunur şekilde eleştirmediler.
Sadece bu iki madde
bile aslında demokrasinin ne kadar güçlendiğinin kanıtı.
Bunun yanında ortak bir
düşman algısı ile (ki bunu yaratanlar onlar) Ak Parti teşkilatı uzun süredir
rakipsiz olmanın verdiği hantallıktan kurtuldu.
Saflar sıklaştırıldı.
Parti içi dayanışma tam
da seçim öncesi arttı.
Liderin arkasında durma
bilinci gelişti.
Liderlerinin dik
durduğunu gören kitlelerin inancı arttı.
3 Haziran 2013’ten sonra
hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Bugün borsanın
yükselmeye başlaması, başbakanın faiz lobisine açık tavır almasına rağmen
engellenemedi.
Küçük bir olayda,
kimlerin neler tahayyül ettiği, nasıl bir Türkiye planladıkları öğrenilmiş
oldu.
Yüzlerce, binlerce ölüm
olmadan…
Bence Allah’ın bir
lütfu olarak.
Şimdi hiçbir şey eskisi
gibi olmayacak.
Hükümet bu
kararlılığını sürdürürse, ikinci kez operasyonla, medyası ve iş dünyası ile,
marjinal grupları ve ajanlarıyla değişime zorlanan algı tersine dönecek kendini
aşikar eden yapıların başına çorap örecektir.
Taksim’de Gezi
Parkı’nda umarım bir tek ağaç daha kesilmez ve bu süreç sonlanır.
Halk irfanını rahatsız
eden konulara da inanıyorum ki sayın başbakan el atacak, “yeter söz
milletindir” sözünü yerde bırakmayacaktır.
Devamı gelecek…
İzlenme Sayısı:1478